26 Ekim 2018 Cuma

Tek Ebeveynli Ailelerin Çocuklarında Cinsel Kimlik Gelişimi I


Biz Boşandık Peki Ya Çocuklar?

Boşanmış ailelerin çocuklarında cinsel kimlik gelişimi nasıl olacak diye sorular çok gelince hepsini toplayıp bir yazı dizisi haline getireyim dedim.
Damdan düşenin halinden ancak damdan düşen anlar diye bir atasözü var, çok severim.
Boşandığımız zaman oğlum yaklaşık 2 yaşındaydı. Boşandıktan sonraki dönemde, oğlumun hayatında rol modelin eksikliğini en çok serbest oyun anlarında gördüm. Sağlıklı ya da en azından parçalanmamış ailelerin çocukları oyunlarında, birbirlerine ;
-       - Karıcım salatayı hazırladım, sen de şunları doğra diye bağırırken benim oğlumun konuyla hiçbir ilgisi yoktu ve oradan oraya koşup zıplıyordu. O an bir aydınlanma yaşadım.

Hani hep sağlıksız bir inanış vardır, boşanmış ailelerin çocukları da boşanır diye, bunun tam olarak nedenini o an keşfettim. Bir kadının ya da adamın nasıl sevildiğine şahit olmadıysan çocukken, sen de yetişkinliğinde birisini sevemiyordun, sevme biçimleri bile öğreniliyor aslında. Bir kadına ya da adama “iyi ve güzel davranmak” ne demek izlemediysen sen de çok zor iyi ve güzel bir adam/kadın oluyordun. Tamam anahtar kelime görmesi izlemesiydi, o an için sadece bu yeter sandım. Sonra durumumu düşündüm. Benim annem babam hayatta değil, eski eşimin annesi babası ayrı. Dayı uzakta ve evli değil, amca uzakta ve evli değil. Yaşadığım çevrede ona göstereceğim sağlıklı bir evlilik yok. Nasıl yapmalıyım nasıl?
Dedim ki pembe dizi izleteyim, açtım bayağı merakla da izledi ama bu da değil dedim. Süper Baba var aklımda kalan onda da ilişki örüntüsü hayalimdeki gibi değil.  Türk dizilerinde erkekler fazla ruhsuz, yabancı diziler bizim kültürümüze uygun değil. Ah bu anne sağlıklı ilişkileri nasıl öğretecek?

Hep danışanlardan dinlediklerimden şu sonucu elde etmiştim, D- E- N-E Y-İ- M ! Demek ki izleyecek, öğrenecek, sonra da deneyimleyecek. İnsan neyi isteyip neyi istemediğine ancak deneyimleri sonucu sahibi oluyor, yanlış deneyimler yaşıyor, dibe çöküyor, ama illa ki bir gün çıkıyor. Bir de sanki erken yaşlarda düşüşler ve dibe çökmeler yaşarsa, çıkması daha kolay oluyor, örneğin aşk acısını lisede yaşayıp atlatabilmesi hem kendi adına hem de toplumun onu kabulü adına daha kolay iken, kırk yaşında aşk acısından hayatını tepetaklak etmesi saygı görmeyebiliyor.

Deneyim kazanması için nasıl yardım edebilirdim ona, en kıymetli olan akran buluşturması idi. Deneyimi bu yazıyı okuyan herkesin ilişki kurabilmek ve yürütebilmek olarak algıladığını, bu yaş için aksini düşünmeyeceğine eminim. Bendeki oyun gruplarının muazzam etkisi oldu, baktım bizimki birkaç ay sonra ben şununla evlenmek istiyorum, çünkü çok güzel dans ediyor demelere başladı. (Ah oğlum iyi de yemek yapsın dedim ama içimden:D) Sonra ilişkide olduğu arkadaşlarına sesli mesajlar atmaya başladı, özledim deyip aramaları başladı, başka bir arkadaşından kızlara hediyeler verildiğini gördü, ilişki sürdürmek için emek harcaması gerektiğini öğrendi. Çok kaba davrandığı için bir kız arkadaşı seninle evlenmeyeceğim dedi mesela :)(Oh canıma değsin!)


Sevgili boşanmış anneler ve babalar ya da eşini kaybetmiş ve tek başına mücadele eden anneler/babalar, eğer sağlıklı ilişkiler gösterme şansınız yoksa kederlenmeyi bırakın ve evinize bolca akran davet edin. Çocuğunuzdaki değişimlere inanamayacaksınız. Etrafınızda emsal teşkil edecek bir yetişkin yoksa, onun cinsel kimlik gelişimi için inanın bana en kıymetlisi bu.
(Devam edecek...)

15 Ekim 2018 Pazartesi

Çocuklar neden Matematik yaparken parmaklarını kullanmalı?

Çocuklar neden parmaklarını kullanarak matematik yapmaya devam etmeli?

      Neredeyse tüm çocuklar, parmaklarını kullanarak saymayı öğreniyorlar. Ancak çocuklar büyüdükçe ve matematik problemleri daha da geliştikçe parmaklarla sayma eylemi çoğu zaman cesaretlendirilemez veya düşünmek için daha cesaretlendirilmez veya düşünmek için daha az zeki bir yol olarak görülür.
     Ancak, çocukların parmaklarını kullanmaları için masafeli duran eğitimciler, ebeveynler ve öğrenciler, beyin ağlarının güçlendirilmesi fırsatını kesmektedirler. Stanford'tan profesör Jo Boaler, Atlantik'te parmakları kullanmanın nörolojik yararları hakkında ve daha yüksek matematikte gelişmiş düşünceye nasıl katkıda bulunabileceğini anlatıyor.

      Yeni beyin araştırmalarına göre, öğrencilerin parmaklarını kullanmamaları durumunda matematiksel gelişimleri durduruluyor. Parmaklar muhtemelen en yararlı görsel yardımcılarımızdan biridir ve beynimizin parmak alanı yetişkinliğe iyi bir şekilde hazırlanır. Parmak algısının ihtiyacı ve önemi, piyanistlerin ve diğer müzisyenlerin bir müzik aleti öğrenmeyenlerden daha yüksek matematik anlayışına sahip olmaları olabilir. 

     Boaler görsel düşünme, aritmetik ve büyüme zihniyetini uygulayarak matematik öğretmek için daha çekici bir yolu desteklemek için araştırma ve müfredatgeliştirdi.     Stanford Üniversitesindeki YouCubed adlı programı, öğrencilerin ve öğretmenlerin matematik öğrenmeye engelleri aşmalarına yardımcı oluyor. Matematik kaygısı, matematik öğrenmede bir engel olarak belirlenmiştir.    Bu farklılıklara dikkat çekerek ve matematiğin nasıl öğretildiğini yeniden düşünen Boaler, öğrenciler ve yetişkinler için bir matematik aşkı geliştirmek için daha geniş bir yol yaratıyor.

   Öğrencilerin, sıklıkla, bir soyutlama dünyasına ve sınıflardaki sayılara daldırıldıklarında, matematiğe erişilemez ve ilgisiz olduğunu hissetmeleri pek de şaşırtıcı değildir.


   Öğrenciler çoğu zaman politik talimatlar ve hatalı müfredat kılavuzları nedeniyle matematikle ilgili gerçekleri ezberlemek zorunda bırakılıyorlar. Ve az sayıda görsel ve yaratıcı matematik simgeleriyle dolu sayısal çalışma kağıtları arasında sürülüyorlar.Anaokulundan sekizinci sınıfa kadar olan Ortak Ana standartları, görsel çalışmalara, önceki öğrenme ölçütlerinden çok daha fazla önem göstermektedir, ancak lise içerikleri, öğretmenleri sayısal ve soyut düşünceye teslim eder.

Kaynak
http://www.theatlantic.com/education/archive/2016/04/why-kids-should-use-their-fingers-in-math-class/478053/
Çeviri: Serap Karaöz



30 Ağustos 2018 Perşembe

Erken Yaşta Çocuklarımıza Okuma Yazma Öğretmeli Miyiz?



 Ne zaman bir arkadaşım 4 ya da 5 yaşındaki çocuğunun okumayı söktüğünü söylese hep aynı yanıtı veriyorum:




S: Neden öğrettin?
X: Yoo, kendi kendine öğrendi.
S: Tamam vahiy inmiş demek ki:)
Bir çocuk üstün zekalı değilse, kendi kendine öğrenmiş ihtimali ne sizce?
“0”
Ha evet, kurban olduklarımız, doğurduklarımızın hepsi üstün tabii :)
En güzelini ben yarattım hissinin kaynağının nereden geldiğini az çok biliyorum. Ancak şunu da biliyorum, sevgili kreş öğretmenleri, sevgili anne babalar erken çocukluk dönemi için çok büyük yanlış yapıyorsunuz.

Mesela Susan Striker harfleri öğrettiğiniz anda çocuğun tüm yaratıcılığını bitirdiğinizi söyler Çocuklarda Sanat Eğitimi adlı kitabında. Hoş bu ülkede sanatçı yetişmesi kimin umurunda orası tartışılır, var olanlara değer vermez iken…
Ben işin yaratıcılık kısmında da değilim, sadece çocuklarla çok uzun süre oyun oynayan bir kişiyim. Tüm okuduklarımı bir kenara bırakıyorum, sadece izliyorum onları. Ne görüyorum biliyor musunuz?
Çocukların ilk olarak duygusal/sosyal becerileri gelişir, ardından bilişsel gelişimleri tamamlanır.  Öğreterek kaç yerde hata yapıyorsunuz tekrar madde madde sayıyorum:

·  Yaratıcılığı baltaladınız.
    Gelişim aşamasını atlatmaya çalıştınız.
·  Oyun ihtiyacını elinden aldınız.
·  Merak duygusunu öldürdünüz.
Hiç vakti gelmeden kelebek çıkartılır mı kozasından?

4-5 yaş çocuklarında gözlemlediğim kadarıyla,harfleri sormaya başlıyorlar, isimlerini yazmaya çok hevesliler. Bunu gören aileler çocuklarının farklı olduğunu ve bu alanda yeteneği olduğunu düşünmeye başlıyorlar, 5 yıldır bu yaş grubuyla çalışıyorum. Kitaplarla büyümüş bir çocukluğa sahip ise bu ilgi çok normal ve çok sağlıklı bir gelişim aşaması, yani bu yetenek hepsinde var. Ancak ailelerin bu alanda yaptıkları en büyük hata, ilgiyi görünce oldukça heyecanlanıp çocuğu bilgi bombardımanına usul usul tutmaları oluyor. Böylece çizdiği çizgilerin benzetmelerin yerini alabilecek diğer özgün olan her şeyi yok etmiş oluyorsunuz. (Bu dediğim Montessori felsefesi ile tamamen aykırı.)
Yapılan çalışmalar zaten okuma yazmayı öğrenmiş olsa da çocukların ilkokulda eşitleneceğini söylüyor üstelik. Ee bu durumda elde ne var?
Her gün en az 1 saat daha az oyun, şişirilen anne baba egosu, maşallah bizimki söktü okumayı. Aferin canım, aferin.

10 Temmuz 2018 Salı

Film Tavsiyesi- Ahlat Ağacı

       
       "İnsan neden illa en yakınında duran hayatı seçip onu yaşamak zorunda ki? Halbuki hayatta öyle güzel şeyler var ki... Kalabalık, ışıklı caddeler, güzel yemekler, uzaklara giden gemiler, aşklar, sarhoşluklar, yağmurda ıslanmalar..." 

        Ahlat Ağacı'nı geçen hafta iki kere izledim. İlkinde beni kırmak istemeyen bir arkadaşımla, ikincisinde bu filmi görmelisin dediğim bir arkadaşımla izledim. Kafamda yankılanan diyaloglarla biten filmin bendeki etkilerini, psikolojik ve bazen sosyolojik bir bakış açısıyla anlatmaya çalışacağım. 
         Film, üniversiteden yeni mezun olan bir gencin, atom bombası atıp yıkmayı planlayacak kadar nefret ettiği kasabasına döndüğü sahneyle başlıyor. Filmdeki sahneler Nuri Bilge Ceylan'in tıpkı diğer filmleri gibi yaşamın içinden gerçek sahnelerle dolu, bu fotoğraf anları öyle muhteşem olur ki hayranlıkla bakakalırsınız gördüğü hissettiği pencereye.

         Eve geldiğinde annesinin ve kız kardeşinin diziye kitlenmiş olması, babanın oğlunu karşılaması o kadar gerçek sahneler ki, ruhunuzda bir yerlere mutlaka değiyor. 
         Filmin başka bir sahnesinde Yılmaz Güney 'in Umutsuzlar filminin gösterilmesi,filmin içindeki tükenmiş kadın ve adamlara nasıl da ışık aslında. Filmin baş rol oyuncusu Sinan da, babası İdris de; fiziksel olarak da,oyunculuklarıyla da filme tam oturmuşlar. Cemcir' i hep komedi filmlerinde görmüş olsak da muzip baba rolüyle rolünün hakkını veriyor. 
         Atansa öğretmen olup çocukları eğitecek öğretmenin, başka bir mesleği zorunlu seçmesi, protestocu dövdüğünü anlatması sosyolojik bir vaka iken, gücü eline geçirmesi ve kendini gerçekleştirememesi adına da psikolojik değil mi? Yazar rolünde Serkan Keskin var, kendisi sanat filmlerinde sık rastladığımız bir oyuncu. Yazar ve yazar adayı arasındaki diyalog sırasında Sinan'in yazara "Bir adamın çok kıymetli eşyası var, sana fayda sağlayacak alır mısın? "diye sorması ve ondan icazet almayı beklemesi, ardından kendi içsel hesaplaşmalarının nedeni olarak gördüğü rüyalar, suçluluğa heykelin kolunu suya atarak başlaması, suçlarının artmasına rağmen film boyunca nerede vicdan muhasebesi yapacak sorusu, film süresince zihninizi kurcalamaya devam ediyor. 
         Gördüğü rüyalar bilinçaltının bize verdikleri diye biraz rahatlıyoruz. Truva atının içerisine saklandığı sahne, köpeğin denize koştuğu sahne oh o kadar da kötü değilmiş diye düşündürürken seyirciyi, iyi niyete olan özlemiyle buluşturuyor. 
         Filmde imamın elma çalması ardından yaşam, kader ve din üzerine geçen diyaloglar da eşsiz satır aralarıyla dolu. 
         Ayrıca filmde alışık olduğumuz baba modelinin yıkılışı da var. Neydi alışık  olduğumuz ve görmeyi tercih ettiğimiz baba modeli? Ağlamaz, duygusal değildir, çoğunlukla öfkelidir. Oysa Sinan'in babası onu tek eleştirmeyen olarak tanımladığı köpeği kaybolunca uluya uluya ağlamıştı. (karısının betimlemesi tam olarak buydu.)

        Bağımlılıklar bize gösterir ki; kendi benliğini saklı tutmak ve maskeyi bozmamak için çok daha fazla uyuşturucu, sigara, alkol veya yemek gerekir. Duyguları, hisleri ve korkuları bastırabilmek adına çok sayıda bağımlılık içeren davranış gereklidir. Bağımlılığın temeli burada başlar. Burada iki aydınlanma sahnesi var aslında. İkisi de intihar sahnesi ile vurgulanmış. Babanın ölümü ve Sinan'in ölümü. Sinan babasını, dedesini, uyumsuzluklarını, kaçışlarını, Ahlat Ağacı ile benzerliklerini buldu. Babasının dışa vurumunun kumarla, doğaya kaçışla, hayati ti'ye almakla, saflığıyla olduğunu anladı ve tam o noktada bütünleşti. 

         Baba oğul filmi olarak muhtemelen bugünden sonra danışanlarıma tavsiye ediyor olacağım, bazıları da muhtemelen filmin uzunluğu ile olumsuz geri dönüşte bulunacaklar:) Ben tavsiye etmeye devam edeceğim 😊

Serap Karaöz

"Vaktinde firar, zaferdir."

4 Temmuz 2018 Çarşamba

Cinsel İstismarı Yok Edebilmek Mümkün Mü?


Cinsel istismarı yok edebilmenin mümkün olup olmadığını ben her cinsel istismar mağduru çocukla çalıştıktan sonra ya da her yetişkin terapisinden sonra düşünürüm.

Yetişkinlerle çalışırken neredeyse 10 kadından 6'sının, hatta bazen erkeklerin de çocukluğunda istismar yaşadığına şahit oluyorum. Duyduklarımız, dinlediklerimiz var, peki bilinçaltının unutmaya çalıştığı, sildiği, istismar edeni çok sevdiği için ya da korktuğu için gizli tuttuklarımız?

Cinsel istismar bu toprakların kaderi mi diye sorup duruyorum kendime. Son bir kaç gündür şahit olduğumuz haberler, ağlamaktan çocuğumuzu bile sevemediğimiz, düşünme yetimizi yitirmek üzere olduğumuz haberler. Bununla bitmesini umduğumuz, ama bitmeyeceğine adımız gibi emin olduğumuz...
Sosyal medya idam isteyenler ve istemeyenler olarak ikiye bölünmüş durumda. Tecavüze giden yoldaki engelleri yok etmedikten sonra kimi idam edeceksin? Bildiğini, duyduğunu idam ettin peki ya bilmediklerin, hasır altında kalanlar, korktukların, kabullenemediklerin, zihninin bile unutmaya çalıştıkları...

Ben başka bir soru üzerine düşünmenizi istiyorum. Bu ülke çocuk istismarında neden dünyada 3. sırada? Bunu çözmenin yolu nedir?
 Bunu başarabilmenin bence bir kaç adımı vardır, ilk önemli adımı cinsel eğitimdir, çocuklara 3 yaşından itibaren cinsel eğitim verilmelidir, her yıl artan bir kapsamla tatmin edici cinsel eğitim verilmelidir. Ama bir şey sormuyor ki diyemezsiniz cinsel eğitimde, dememeniz gerekir. O sormadan, o merak etmeden bilgiyi vermeniz gerekir, ki doğru bilgiyi bulmak adına yanlış yollara girmesin, kötü insanlarla karşılaşmasın, internette yolunu şaşırmasın. Bu okul öncesi dönemden başlayan eğitim, ergenlik döneminde daha da artmalı, cinsel yolla bulaşan hastalıkların bilgisini vermeli, istenmeyen gebeliklerden korunmanın yolları, bir bedene izinsiz dokunmanın yanlışlığı anlatılmalıdır.
İkinci adımı, kızlarla erkekleri ayırmamakla mümkündür, karşı cinsleri ayırmakla sağlıklı gelişime ket vurmuş olursunuz. Okul öncesi dönemde karı kocalık oyunu oynar çocuklar, ilkokulda kendi cinslerine yönelirler, ortaokulda ise karşı cinse karşı ( başka bir cinsel yönelim yoksa) yaklaşmaya, şakalaşmaya başlarlar. Bu flört gibi görülen ilk yakınlaşma, mesajlaşmalar ergenlerin yetişkinlikte sağlıklı bilgiler kurabilmeleri için kıymetli olandır.

Üçüncü adım, çocuğa hayır diyebilme özgürlüğünü sunmaktır, bedenine dair herhangi bir konuda zorlamamaktır. Yemek istemeyen bir çocuğa hayır doymadın sen diyerek de, giyinmek istemeyen bir çocuğa hayır üşüdün ben biliyorum hasta olacaksın, diyerek de, bedenine saygısızlık etmiş olursunuz. Ama en önemlisi izin almadan sarılmamak, öpmemek ile mümkündür. Seni öpebilir miyim demeden hiçbir yetişkinin çocuğu öpmemesi gerekir, kendi öz anne ve babasının bile, elbette öğretmenlerinin bile. Bu konuyla ilgili eski bir yazımın linkini de buraya ekliyorum.

http://atlasinatolyesi.blogspot.com/2016/01/ben-atolyeye-gelen-cocuklar-opmuyorum.html


Dördüncü adım ise birlikteliklerdeki cinsel yaşamın kalitesini arttırmak için belediyelerin yetişkinlere ücretsiz cinsel terapi hizmeti sunmaları, birliktelikleri iyileştirmeleridir. Cinsellik en temel içgüdülerdendir. Bu içgüdüyü bastırmadan, cinsel oyunları partnerler yaşayabildiği sürece, hem yakınlaşmış, hem de toplumun daha huzurlu bir üyesi haline gelirler.

Çok Freudyen bakış açısına sahip gibi gözükebilirim ama bir ilişkiyi kurtarabilmenin en önemli adımı cinsel birlikteliğin kalitesini arttırmaktır. Cinsel ilişkiyi partneriyle yaşayamayan kişi, sağlıksız ilişkiler kurmaya eğilim gösterecek, bunu sesini çıkartmayacak, en kolayındaki kişiler üzerinde deneyecektir. (Hayvana tecavüz, çocuklara tecavüz, kadınlara tecavüz, vb.) (Birliktelikler cinsel temel üzerine dayanmadıklarında sarsılmaya mahkumdur. )


Çocuklar ve ergenler için doğru cinsel eğitim nasıl olmalı diye ücretsiz seminerler veriyorum, meslektaşlarımı da bu alanda kamuoyu oluşturmak adına ücretsiz seminerler vermeye davet ediyorum.

Uzm. Psk. Serap Karaöz

16 Nisan 2018 Pazartesi

Bir Kurbağa Gibi Sakin ve Dikkatli





Farkındalık, ruhumuzun tam olarak içinde bulunduğu mekanda ve zamanda olmasını sağlama ve yaşadığımız her anı dolu dolu yaşama yeteneğidir. Farkındalık, pek çok meditasyon yaklaşımının temelini oluşturur.“ Farkındalık” basitçe ifade etmek gerekirse, açık ve sevgi dolu bir tutumla yaşadığımız anın içinde neler olduğunu bilinçli bir şekilde anlama halidir. Yargılamadan, olup biteni reddetmeden, kendini güncelik hayatın hızına kaptırmadan burada, bu anın içinde olmaktır. Şimdi olup bitenler üzerinde düşünmek değil ama şimdide ve burada olmaktır diyor sevgili Eline Snel Bir Kurbağa gibi Sakin ve Dikkatli kitabında.


Kitapta yeni anne olmuş ve sürekli ağlayan bir bebeğe sahip bir annenin dilinden bir örnek de aşağıdaki gibi:İyi bir anne olmadığım düşüncesi (iyi bir anne olsaydım çocuğum bu kadar ağlamazdı diye düşünüyordum) yüzünden umutsuzluğa düştüğüm olmuştu. Ne kadar yorgun olduğumun ve şüphelerimin (ben hariç herkes bir çocuğun ağlamasını durdurabilirmiş gibi geliyordu) bilincine varınca sonunda çok ağlayan bir bebeğim olduğu gerçeğini kabul ettim. Böylece başka türlü davranabildim.·        Sonunda şu gerçeği kabullendim: çok ağlayan bir bebeğim vardı yorgunluktan bitap düşmüş haldeydim ve patlamanın eşiğindeydim.
·        Pembe bulut ve mükemmel anne diye bir şeyin gerçekte olmadığını kabul ettim. Tam tersi, sıkı bir çalışma, az uyuma ve emzirme için çok çaba gerekiyordu. Öyle endişeliydim ki bunu düşünemiyordum.
·        Benim çok ağlayan bebeğim de ağlamayan bir bebek kadar sevgimi hak ediyordu. Tenini kokladım. O küçücük kalbinin atışlarını dinledim ve ona yeniden aşık oldum
Elimden geleni yapma ve iyisiyle kötüsüyle bir anne olmaya karar verdim.Kabul etme, yanında olma, anlayış gösterme… Bunlar açıklığı ve yargılamadan bakabilmeyi kolaylaştırır ve anne babaların çocuklarını başkaları gibi ya da olmasını bekledikleri kişi gibi değil, oldukları gibi görebilmelerini sağlar. Böylece çocuklar güvende olduklarını hisseder ve kendilerine güvenebilirler.Yanında olmak tam anlamıyla orada olmaktır. Açık, cömert ve yargılamadan… Küçük eliyle elinizi tutarken, öfke nöbeti geçirirken, sabah okula giderken, mutlu, tatsız, sıradan ve geri kalan tüm anlarda orada olmaktır. Ne kadar yanında olursanız o kadar az şeyi kaçırırsınız. Bu durumlarda mesele ne kadar iyi ya da kötü olduğunuz değildir. Orada olmanız bir temas sağlar ve esas olan bu temastır. (koşulsuz kabul)Kitabı okurken modern hayatın çocukları nasıl da hızlandırmaya zorladığını, hadi hadi’lerin onları “o anda “olmaktan uzaklaştırırken, iç dengelerine verdiği zararı daha iyi anladım. Kitabın içerisinde uygulama örneklerini anlatan bir cd de çıkıyor. Uygulamalar 5-12 ya da 7-12 yaş aralığını kapsıyor. Çocuklar ilk olarak alışık olmadıkları meditasyon tekniğini yapmakta zorlansalar da, sonrasında uyum gösterip katılım sağlıyorlar. Çocuklar ile çalışan birisiyseniz okumanızı ve uygulamanızı öneririm.Kaynak: Bir Kurbağa Gibi Sakin ve Dikkatli, Eline Snel



21 Şubat 2018 Çarşamba

Derlesek Toplasak Rahatlar Mıyız Acaba?

Derle Topla Rahatla

Hayatım boyunca derli toplu olmayı beceremedim, ev işlerinden de hiçbir şekilde haz almadım. Ama bununla beraber dağınıklıktan da hoşlanmam:) Nasıl başlasam nereden bir çıkış yolu bulsam derken bu kitap çıktı karşıma; Derle Topla Rahatla. Öğrendim ki ben düzenlemeyi bilmiyormuşum, öğrendim ki ben evin toparlanmasının oda oda yapılması gerektiğini düşünüyormuşum ve yine öğrendim ki ben bir istifçiymişim :)

Marie Kondo Derle Topla Rahatla adlı kitabında şöyle bir giriş yapıyor: Dağınık bir oda, dağınık bir zihne eşittir. Oda dağınıklığının nedeni fiziksellikten çok daha fazlasıdır. Dağınıklığın görünen yüzü, dikkatimizi dağıtarak düzensizliğin asıl kaynağını görmemizi engeller. Dağıtma eylemi, dikkatimizi meselenin özünden uzaklaştıran içgüdüsel bir reflekstir. 
Odanız temiz ve dağınıklıktan uzak olduğunda ruh halinizi gözden geçirmekten başka çareniz kalmaz. Böylece görmezden geldiğiniz şeylerle yüzleşir ve bunlarla baş etmek zorunda kalırsınız. Toplamaya başladığınız andan itibaren hayatınıza da çeki düzen vermek zorunda olduğunuzu fark edersiniz. Tüm bunların sonucunda hayatınız da değişmeye başlar...
Klinik görüşmelerde boşanma evresinde olan her çiftin ya da hayatında ciddi kararlar ile yüzleşmesi gereken her kişinin görüşme esnasında, evinin eşyalarının arasında kaybolduğunu, evinin bu halde olmasından nasıl da mutsuz olduğunu anlattıklarını hatırladım kitabı okurken. 

Eşyaları düzenlemeye oda oda yapmak yerine gruplandırarak düzeltmeyi önermesi de çok uygulanabilir geldi. Toplamak için önerdiği sıra; kıyafetler, kitaplar, muhtelif eşyalar ve son olarak duygusal bağ kurduğunuz eşyalar olmalı diyor. 
Kitaptaki bir diğer bana ilginç gelen kısım, şurası oldu: "Eğer ailenize kızgınsanız sebebi odanız olabilir. " Düzensiz oldukları için ailenize kızgınsanız, size kendi yaşam alanınızı kontrol etmenizi şiddetle öneririm diyor Marie Kondo ve ekliyor, içinde bulunduğunuz dağınıklığı bir başkasının başarısızlığı olarak görüyorsanız kendi yaşam alanınızı ihmal ediyorsunuz demektir.

KonMari kursunu tamamlayan bir çok kişinin satışlarında ciddi artışların olduğu, evliliklerinde iyileşme ya da sonlandırma gözlemlendiği, kilo verdikleri, bazı hastalıklarından da arındıkları gözlemlenmiş:)

Derleme toplama bana sonucunda, rahatlama getirdi, umarım size de getirir:)

Serap